Çoklu Baro Tartışmaları
Son bir aydır Türkiye’nin siyasi gündemini belirleyen konu başlıklarından bir tanesi, çoklu baro yasa düzenlemesinin yargı sistemine entegrasyonu tartışması oldu. Olayın asıl çıkış noktası ise, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, toplumdaki LGBTİ+ bireylere yönelik açıklamaları ile başladı. Bu sözleri kınayan nitelikte bir yazılı açıklama yayımlayan Ankara Barosuna ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir tepki geldi ve 5 Mayıs 2020 tarihinde verdiği demeç ile Ankara Barosuna cevap verip, tartışmaların gündemin ortasına yerleşmesine ve alevlenmesine sebep oldu.
“Barolar ve tabip odaları başta olmak üzere yapılarının belirlenmesidir. Ankara Barosu'nun fütursuz saldırılarını gördük. Bu da bu düzenlemenin ehemmiyetini göstermiştir. Bu çalışmayı tekrar ele almalı, en kısa sürede Meclis'in takdirine sunmalıyız.”
Barolar Nedir? Nasıl İşlerler?
Baro, sözlük anlamına bakıldığı zaman: “Bir şehir veya bölge avukatlarının bağlı oldukları meslek kuruluşu” olarak tanımlanır. Yani aslında baroları, avukatların örgütlendiği ve avukatlık mesleğini geliştirmeyi hedefleyen, kamu kuruluşu niteliği taşıyan mesleki örgüt yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de an itibariyle geçerli olan baro sistemi ise il bazında kurulan ve Türkiye Barolar Birliği ile delegeler üzerinden koordine çalışan bir yapısı olan bir sistemdir. Baroların diğer meslek gruplarından temel farkı ise her ne kadar bir sivil toplum kuruluşu niteliği taşısa da aslında ülkenin hukuk sistemini göz önünde bulundurduğumuzda bürokratik adalet sisteminde adeta bir dinamo niteliğine sahip olmasıdır. Bundan kastımız ise, baroların temel görevlerinden bir tanesinin, bürokrasinin ve devletin, halka yönelik hukuksuz herhangi bir eylemine karşı, halkın anayasal hakkını, azınlık veya çoğunluk farketmeksizin, savunmaktır. Yani hukuksal düzlemde denetleyici (checks and balances) unsur barolar, hukuksal bağlamda, halk ile devlet arasındaki olası bir hukuksuzluk mücadelesinde halkın avukatı olarak nitelendirilebilir. Zaten bundan dolayı, herhangi başka bir meslek kuruluşundan farklı olarak, Türkiye Barolar Birliğine istisnai bir şekilde “Türkiye” ünvanını kullanma izni verilmiştir.
Baro Tartışmasının İki Yüzü
Tartışmaların başlamasının ardından, hükümet Haziran ayında yasa düzenlemesine yönelik somut adımlar atmaya başladı, ve geçtiğimiz günlerde görüşülmesi üzere komisyondan geçti. Bu süreç boyunca dikkat çeken bir başka gelişme ise Türkiye genelindeki 81 ilin baroları protesto niteliğinde Ankara’ya doğru bir yürüyüş gerçekleştirdiği ve Ankara- Eskişehir yolu dolaylarında Ankara’ya girişleri engelleyen nitelikte bir polis müdahelesi gerçekleşti. Bu olay ile baroların çoğunluk ile bu tasarıya karşı bir tutum aldığını görmüş olduk. Ancak baroların içindeki hükümete yakın avukatlar ise tasarıyı destekleyen açıklamalarda bulundular. Süreç boyunca hukuk camiasının ikiye bölündüğünü söylemek yanlış olmaz.
Her iki tarafın savlarını ve itirazlarını değerlendirmeden önce, yasa düzenlemesi ile değişecek temel noktalara değinmek gerekir. Yasa tasarıları ile baro kuruluş sisteminin değişmesi, ve merkezi yönetim birimi olan TBB’ye gönderilen delegelerin seçilme metodunun yenilenmesi gündemde. Baro sisteminin değişmesi ile çoklu baroların kurulmasının önü açılacak. Ancak bu sadece 5000 üyeden fazla üyesi olan barolar için geçerli olacak. Yani İzmir, İstanbul ve Ankara illerinde çoklu barolar kurulabilecek. Düzenlemeyi destekleyen hukukçular ve siyasetçiler, şuanki baro düzeninin belirli ideolojilerin etkisi altında olduğunu, ve böyle bir düzen ile barolarda demokratikleşmenin ve ifade özgürlüğünün önünü açacağını ifade ediyor. Düzenlemeye muhalif olan kesim ise, bu düzenlemenin aksine anti-demokratik bir partizan baro yapılanmasına yol açabileceğini belirtiyor. Siyasi partilerin yeni kurulacak olası bir baroda
ideolojik bir yapılanmaya yol açacağını, ve hatta FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerinin bu düzenlemeyi kullanarak yargı düzeni içinde yapılanma yapabileceğine dikkat çeken muhalif hukukçularda oldu.
Bu düzenleme ile değişmesi gündemde olan bir diğer madde ise, il düzeyindeki baroların, üst kurul olarak görev ifa eden Türkiye Barolar Birliğine yolladığı delegelerin sayısı ve seçilmesi ile ilgili. Şu anki sisteme göre, barolar üye sayısına göre delege yolluyor. Örneğin, 45.000’i aşkın üyesi olan İstanbul barosu 157 delege yollarken, 42 üyesi olan Tunceli barosu ise 3 delege yolluyor. Bu ise aslında nispi bir temsil sağlıyor, ve istatistiksel olarak barolara, üye sayılarına göre delege sayısı veriyor. Bu sistemde, doğal olarak İstanbul, İzmir ve Ankara barolarının, zaten çoklu barolar ile zayıflayan üniter yapısına yönelik değişiminden sonra TBB’deki temsil gücünü de ciddi bir şekilde azaltıyor.
Yeni düzenleme ile; 100 üyeden az üyesi olan barolar 3 yerine 3+1 baro başkanı şeklinde 4 delege yollayabilecek. Aynı zamanda, şuanki sistemde 100 üyeden fazla üyesi olan barolar her 300 üye için bir ekstra delege yollayabiliyor. Yeni düzenleme ile artık bu sayı her 5000 üye için bir ekstra delege yollayabilecek. Yani İstanbul barosu 157 yerine artık 12 delege yollayabilecek. Bu yasa değişimi, Anadolu’da üye sayısı az olan barolara ciddi bir belirleyici güç kazandıracak. Düzenlemeyi destekleyen avukatlar, bu sayede baroların belirleyicilerinin üç ilin baroları değil, artık 80 ilin belirleyici olacağından, çok daha kapsayıcı, bütünleştirci ve demokratik bir düzen yaratacağını savunuyorlar. Yasaya karşı çıkan hukukçuların dikkat çektiği husus ise, delege sayılarının istatiksel bir adaletsizlik yarattığından dolayı, anayasaya aykırı bir düzenleme olduğunu savunuyor. Aşağıdaki grafikteki örnek ile sayısal olarak yeni düzenlemeye göre iki ilin karşılaştırması bulunuyor. İstanbul, Ardahan iline göre 1000 kat daha fazla üyeye sahip olmasına rağmen, sadece 3 kat daha fazla delege yollayabilecek.

135 Madde Tartışmaları
Dikkat çekici noktalardan bir başkası ise, hem düzenlemeyi savunan hem de karşısında duran insanların, anayasanın 135 maddesini referans olarak göstermeleri oldu. Anayasanın 135 Maddesine göre: “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir.”
Yasa düzenlemesini savunan bireyler, zaten halihazırdaki anayasanın çoklu barolara karşı bir tavır göstermediğini, bu hakkın zaten özünde anayasadan doğduğunu belirtiyorlar. Çoklu baroların düzenleme olarak yapılması, bir anayasal haktır savını öne sürüyorlar. Düzenleme karşıtı bireyler ise, anayasanın 135 Maddesine göre, delege sayılarına yönelik olan düzenlemeyi hukuksuz olarak nitelendiriyor, ve istatistiksel adaletsizliğin anayasaya aykırı olduğunu belirtiyorlar. Saygı Öztürk’ün Sözcü gazetesinde yer alan 5 Temmuz 2020 tarihli köşe yazısında buna örnek olarak geçmişte bu olaya benzer bir şekilde verilen bir emsal karardan söz ediyor. Söz konusu emsal karar, 2000 tarihinde İstanbul Tabipler Odasının, Türkiye Tabipler Odasına, 14 üyesi olmasına rağmen 7 delege göndermesi, 500 üyesi olan başka bir odanın da 7 delege göndermesi üzerine, İstanbul Tabipler Odasının buna itiraz etmesi olayı. Anayasa mahkemesinin verdiği karar, emsal bir karar olarak öne çıkıyor. Anayasa mahkemesi, 19 Şubat 2002 tarihinde yaptığı açıklama ile şöyle ifade ediyor: “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir.”
Görünen o ki, anayasanın maddeleri bile her iki taraf için belirleyici savlar sağlarken, bizim tek temennimiz ise; ülkemiz, milletimiz ve adalet sistemimiz için en hayırlı olan yasaların geçerli olmasıdır. Umarız ki; yasama, yürütme ve yargı erkleri uyum içinde Türkiye için en faydalı olan yasaları belirler ve adaletin mülkün temeli olduğu inancı ile hareket edip, hukuk sistemimizin tartışmasız üstünlüğünü sağlamlaştıracak adımlar atarlar.