"Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" ile "Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nda Öngörülen Değişiklikler

Teklif, HMK’nun “hukuk yargılamasına hâkim olan ilkeler kapsamında gözden geçirilmesi, yargılamanın daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi, uygulayıcıların ve akademisyenlerin dile getirdiği yargılama sorunlarının çözüme kavuşturulabilmesi amacıyla” hazırlanmıştır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK), bugüne kadar çeşitli kanunlarla on sekiz kez değişiklik yapılmıştır. Bunun yanı sıra, Anayasa Mahkemesi de, Kanun’un kimi maddelerini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Yürürlükte bulunduğu bu dokuz yıl boyunca gördüğü değişikliklere rağmen Kanun’un bazı hükümleri uygulayıcılar ve öğreti tarafından eleştirilmiş; Kanun’a ilişkin çeşitli görüş ve öneriler dile getirilmeye devam etmiştir. İşte, ikinci yargı paketi olarak adlandırılan “Hukuk Muhakemeleri Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin temelleri de bu eleştiri, görüş ve önerilerde saklıdır. Zira Teklif’in Genel Gerekçesi’nde ifade edildiği üzere, bu Teklif, HMK’nun “hukuk yargılamasına hâkim olan ilkeler kapsamında gözden geçirilmesi, yargılamanın daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi, uygulayıcıların ve akademisyenlerin dile getirdiği yargılama sorunlarının çözüme kavuşturulabilmesi amacıyla” hazırlanmıştır.

İşte bu amaç doğrultusunda hazırlanan Teklifle HMK’nda yapılan değişiklikler ve yeni düzenlemeler şu şekilde özetlenebilir:

GÖREVSİZLİK VEYA YETKİSİZLİK KARARI ÜZERİNE YAPILACAK İŞLEMLERDE YAŞANAN YARGILAMA SORUNLARINA ÇÖZÜM GETİRİLMİŞTİR.

HMK’nun 20. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin 10.02.2016 tarihli ve 96/9 sayılı iptal kararına uygun olarak yapılan değişiklikle, görevsizlik veya yetkisizlik kararının verildiği anda kesin olması halinde de kararın taraflara tebliğ edilmesi gerektiği ve dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesine ilişkin kanunî sürenin tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Bunun yanı sıra, bu konudaki gerekli başvurunun Kanun’da öngörülen süre içinde yapılmaması durumunda davanın Kanun gereği açılmamış sayılacağı ve mahkemenin bu konuda kendiliğinden karar vereceği hususu da açıklığa kavuşturulmuştu.

ALENİYET İLKESİNE YENİ BİR İSTİSNA KABUL EDİLMİŞTİR.

Hukuk yargılamasına hâkim ilkelerden biri olan aleniyet ilkesine ilişkin düzenlemede değişiklik öngörülmüş ve duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına ilişkin durumlar arasına “yargılama ile ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaati bulunması” da eklenmiştir. 

YENİ BİR HÂKİMİN REDDİ SEBEBİ ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR. 

Teklifle, hâkimin, görmekte olduğu dava konusu uyuşmazlıkta daha önce arabuluculuk veya uzlaştırmacılık yapmış olması, yeni bir hâkimin reddi sebebi olarak öngörülmüştür. 

Bunun yanı sıra, Teklifle hâkimin reddi usulünde de bazı değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu yeni düzenlemelerde üzerinde durulması gereken önemli nokta, hâkimin reddine ilişkin merci kararlarına karşı dava konusunun miktar ve değerine göre derhal istinaf kanun yoluna başvurulabileceğinin kabul edilmiş olmasıdır. 

HÂKİM TARAFINDAN KESİN SÜRE VERİLMESİNİN BİÇİMİ NETLEŞTİRİLMİŞTİR. 

Teklifle öngörülen düzenlemede, hâkim tarafından kesin süre verilen durumlarda gerçekleştirilecek açıklama ve ihtarın çerçevesi net bir biçimde açıklanmıştır. Buna göre, hâkimin belirlediği kesin süreye konu olan işlem hiçbir duraksama yaratmayacak şekilde açıklanmalı ve süreye uyulmamasının hukukî sonuçları da açıkça tutanağa geçirilerek ihtar edilmelidir. 

BELİRSİZ ALACAK DAVASINA İLİŞKİN UYGULAMA SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN DÜZENLEMELER ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR.

Teklif ile, belirsiz alacak davasında alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu “an”ın ne zaman olduğuna ilişkin olarak yaşanan sorunlara açıklık getirilmiştir. Öngörülen düzenlemeye göre, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından, davacıya, tahkikat sona ermeden önce iki haftalık bir kesin süre verilecek ve davacı da, talebini, bu süre içinde, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın tam ve kesin olarak belirleyebilecektir. 

Davacı, verilen kesin süre içinde talep sonucunu belirlemeyecek olursa, dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanacaktır. Teklif’teki bu düzenleme, bölge adliye mahkemesince tahkikat yapıldığı hallerde de uygulanabilecektir.

 Bunun yanı sıra, Teklif, öğretide ve uygulamada tartışma yaratmış olan "Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." hükmünü de yürürlükten kaldırmaktadır. 

İŞ BÖLÜMÜ İLK İTİRAZI YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMIŞ VE DELİL AVANSININ DAVA AÇARKEN MAHKEME VEZNESİNE YATIRILMASI ZORUNLULUĞU BULUNMADIĞI HÜKME BAĞLANMIŞTIR. 

Teklifle, HMK’nda iş bölümü ilk itirazı yürürlükten kaldırılmış, böylece 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda 2012’de gerçekleştirilen ve asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişkiyi iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkararak görev ilişkisine dönüştüren kanun değişikliği ile uyum sağlanmıştır.

Bunun yanı sıra, uygulamada dava açılırken delil avansının gider avansı içinde hesap edilerek peşin olarak tahsil edilmesi biçimindeki uygulamaya son verilmesi amacıyla dava açılırken delil avansının mahkeme veznesine yatırılması zorunluğu bulunmadığı ilgili düzenlemede açıkça belirtilmiştir. 

DAVANIN GERİ ALINMASI DURUMUNDA VERİLECEK KARARIN MAHİYETİ DÜZENLENMİŞ VE DAVA KONUSUNUN DEVRİ DURUMUNDA YARGILAMA GİDERLERİNE İLİŞKİN BAZI SORUNLARA AÇIKLIK GETİRİLMİŞTİR. 

Kanun’un davanın geri alınmasına ilişkin 123. maddesi ile dava konusunun devrine ilişkin 125. maddelerinde yapılan değişikliklerle yine uygulamada yaşanan kimi sorunlara açıklık getirilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, öncelikle davanın geri alınması durumunda, davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği öngörülmüştür. Bu düzenlemenin sonucu olarak, davanın geri alınması durumunda yargılama gideri davacı üzerinde bırakılacaktır (HMK m. 331).

Bunun yanı sıra, Teklifle, dava konusunun davacı tarafından devri ile davanın davacı aleyhine sonuçlanması durumunda hem devredenin hem de devralanın yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacağı açıkça hükme bağlanmıştır. 

EK CEVAP VERME SÜRESİNİN NE ZAMAN İŞLEMEYE BAŞLAYACAĞI AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMUŞ, ÖN İNCELEME DURUŞMASINA DAVET İÇİN ÇIKARILACAK DAVETİYENİN İÇERİĞİ YENİDEN DÜZENLENMİŞ VE ÖN İNCELEME AŞAMASINDA DURUŞMAYA GELMEYEN TARAF ALEYHİNE İDDİA VEYA SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ DEĞİŞTİRİLMESİ YASAĞINA TANINAN İSTİSNA KALDIRILMIŞTIR.

Teklif’te, yazılı yargılama usulünde davalının cevap dilekçesi verebilmek için ek süre talebinde bulunması durumunda verilecek ek sürenin iki haftalık cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Benzer bir düzenleme, basit yargılama usulü bakımından da öngörülmüş ve davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak üzere ek süre verilebileceği kabul edilmiştir. 

Öte yandan, yine Teklif’te öngörülen düzenlemeyle, ön inceleme duruşmasına davet için taraflara çıkarılacak davetiyenin içeriği değiştirilmiştir. Buna göre, ön inceleme duruşmasına gelmeyen tarafın yokluğunda onun muvafakati olmadan iddia ve savunmanın genişletilebilmesine veya değiştirilebilmesine imkân veren ihtar davetiyeden çıkarılmıştır. Zira, Teklifle HMK m. 141 hükmünde de değişiklik yapılmış ve dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia veya savunmanın genişletilemeyeceği ve değiştirilemeyeceği kabul edilmiştir. Görüldüğü üzere, bu değişiklik ile, ön inceleme aşamasında duruşmaya gelmeyen taraf aleyhine iddianın veya savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına tanınan istisna kaldırılmaktadır.

Bunların yanı sıra, Teklifle HMK’nun 140. maddesinde düzenleme yapılmış ve davetiyeye, “davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi durumunda ise o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği” ihtarı eklenmiştir. Buna bağlı olarak, HMK’nun 140. maddesinde de değişiklik yapılmış ve ön inceleme duruşması için yapılan bu ihtara rağmen tarafların dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmamaları veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmamaları halinde bu delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verileceği öngörülmüştür. 

HMK’NUN TAHKİKAT VE TAHKİKAT SIRASINDAKİ ÖZEL DURUMLARLA İLGİLİ DÜZENLEMELERİNE İLİŞKİN YARGILAMA SORUNLARINI ÇÖZMEYE YÖNELİK BAZI DEĞİŞİKLİKLER ÖNGÖRÜLMÜŞ VE TOPLU MAHKEMELERDE TAHKİKAT USULÜNE İLİŞKİN YENİ BİR MADDE KABUL EDİLMİŞTİR.

Teklif ile birlikte, tahkikat duruşmasından sonra sözlü yargılamaya geçilmesi kural haline getirilmiş ve fakat taraflardan birinin talebi üzerine duruşmanın iki haftadan az
olmamak üzere ertelenebileceği de öngörülmüştür. Öte yandan, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi durumunda ayrıca taraflara davetiye gönderilmeyeceği, tarafların sözlü yargılama için belirlenen duruşmaya gelmemeleri durumunda ise yokluklarında hüküm verileceği hususlarının davet yazısında ihtar edileceği hükme bağlanmıştır.

Bunun yanı sıra, Teklifle, ses veya görüntü nakli yoluyla duruşmanın yapılması usulü yeniden düzenlenmiştir. Öngörülen değişiklikle, tarafların rızalarının alınması koşulu kaldırılmış ve mahkemenin, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulunduğu yerden duruşmaya katılmasına ve usul işlemleri yapabilmelerine karar verilebileceği düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemedikleri dava ve işlerde mahkemenin kendiliğinden tüm ilgilileri aynı usulle dinleyebilmesi olanağı getirilmiş ve fiili engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde yapılmasına karar verilebilmesi mümkün kılınmıştır.

Yine tahkikat aşamasına ilişkin bir diğer değişiklik de, HMK’nun duruşma düzeninin bozulması durumunda yapılabileceklerin düzenlendiği 151. maddesinde gerçekleştirilmiştir. Söz konusu madde, duruşma salonunda bulunan ve fakat görülen davada taraf vekili sıfatı bulunmayan avukatların duruşma düzenini bozmaları halinde, duruşma salonundan çıkartılabilmelerine imkân tanıyacak biçimde yeniden kaleme alınmıştır. 

Önemli bir başka değişiklik ise, yıllardır bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin uygulamaya son verilmiş olmasıdır. Öngörülen yeni düzenleme ile, Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar ıslah yapılabileceği kabul edilmiştir. Bununla birlikte, bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukukî durum, ıslah hakkının kullanılmasıyla ortadan kaldırılamayacaktır.

Son olarak, HMK’na toplu mahkemelerde tahkikata ilişkin yeni bir madde, 183/A maddesi eklenmiştir. Bu yeni düzenlemede, toplu mahkemenin görevine giren dava ve işlerde tüm yargılama aşamalarının heyet tarafından yerine getirilip karara bağlanacağı açıkça hüküm altına alınmıştır. Bunun yanı sıra, diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla iş veya davanın özelliğine göre tahkikatın, tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından yapılmasına karar verilebileceği ve tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş veya davalarda da belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere üyelerden birinin naip hâkim olarak görevlendirilebileceği kabul edilmiştir. Bu yeni maddeye paralel olarak, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 5. maddesinde bir değişiklik öngörülmüş ve asliye ticaret mahkemelerinin yargılamayı heyetçe yürüttüğü durumlarda, mahkeme başkanının belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere üyelerden birini naip hâkim olarak görevlendirebileceği düzenlenmiştir.

İMZA ATAMAYANLARIN YAPACAĞI HUKUKÎ İŞLEMLERE İLİŞKİN SENETLERİN NE ŞEKİLDE TANZİM EDİLECEĞİ HUSUSU YENİDEN DÜZENLENMİŞ; ADİ SENETLERİN ÜÇÜNCÜ KİŞİLER İÇİN HÜKÜM İFADE ETMESİNE İLİŞKİN ESASLAR ÖNGÖRÜLMÜŞ; TİCARÎ DEFTERLERİN İBRAZI VE DELİL OLMASINA İLİŞKİN DÜZENLEMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMIŞTIR.

Teklifle öngörülen düzenleme uyarınca imza atamayanlar, okuma ve yazma bilenler ve bilmeyenler olarak iki kategoriye ayrılmış; bu kişilerin mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukukî işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, okuma ve yazma bilmeyenler bakımından noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulması ve okuma ve yazma bilenler bakımından ise, noterler tarafından onaylanması veya düzenlenmesi şartına bağlanmıştır.

Yine Teklifle HMK’na eklenen yeni düzenlemede, bir adi senedin, kendisine ibraz olunduğu noter veya yetkili memur tarafından usulüne uygun olarak onaylanması durumunda ibraz tarihinin; resmî bir işleme konu olmuşsa işlem tarihinin; imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihinin ve imza edenlerden birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan kaldıran olayın meydana geldiği tarihin üçüncü kişiler hakkında da hüküm ifade edeceği öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, adi senette bahsedilen diğer senetlerin tarihleri, üçüncü kişiler hakkında ancak son senet tarihinin onaylanmış olduğunun kabul edildiği tarihte hüküm ifade edecektir.

Son olarak, Teklif’te ticarî defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kullanılabilmesi şartlarında bir değişiklik yapılmıştır. Öngörülen yeni düzenlemeyle, diğer tarafın ticarî defterini ibraz etmemesi durumunda, kanunî şartlara uygun olarak tutulan ticarî defter kayıtlarının sahibi ve halefleri lehine delil olarak kabul edilebileceği öngörülmüş ve bu defterlerin ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi halinde ise sahibi lehine delil olarak kullanılamayacağı kabul edilmiştir.

BİLİRKİŞİ RAPORUNA İTİRAZ İÇİN EK SÜRE İSTENEBİLECEĞİ DÜZENLENMİŞTİR.

Teklifle, uygulamada yaşanan sıkıntılar dikkate alınarak, bilirkişi raporuna karşı talebin kanunî itiraz süresi içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi durumunda, yine kanunî itiraz süresi içinde mahkemeye başvurularak iki haftayı geçmemek üzere ek süre istenebileceği kabul edilmiştir.

HÜKMÜN TAMAMLANMASINA OLANAK TANIYAN YENİ BİR DÜZENLEME KABUL EDİLMİŞTİR. 

Teklif’te öngörülen yeni düzenlemeyle, nihaî kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde tarafların başvurması şartıyla yargılamada ileri sürülen veya mahkemece kendiliğinden hükme geçirilmesi gereken ancak hüküm verilmeyen talepler hakkında mahkemece ek karar verilebileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. 

HÜKÜM VERİLDİKTEN SONRA FERAGAT, KABUL VEYA SULH YAPILMIŞ OLMASI DURUMUNDA NASIL KARAR VERİLECEĞİNE İİŞKİN DÜZENLEMELER ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR.

Teklifle, feragat veya kabulün ya da sulhün, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince hükmün verilmesinden sonra gerçekleştirilmesi durumu düzenlenmiştir. Buna göre, feragat veya kabul ya da sulh, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmeden gerçekleştirilmişse, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul ya da sulh doğrultusunda ek karar verilecektir. Buna karşın, feragat veya kabul ya da sulh dosya temyiz incelemesine gönderildikten sonra yapılmışsa, Yargıtay dosyayı feragat veya kabul ya da sulh hususunda ek karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderecektir. 

CELSE HARCI YARGILAMA GİDERLERİ KAPSAMINDAN ÇIKARILMIŞTIR.

Teklifle, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 12. maddesine paralel bir düzenleme olarak celse harcı yargılama gideri olmaktan çıkarılmış ve bunun yerine başvurma harcı eklenmiştir. 

Bunun yanı sıra, esastan sonuçlanmayan davada yargılama giderini düzenleyen maddede değişiklik yapılmış ve “iş bölümü itirazı” yürürlükten kaldırıldığından, “gönderme kararı” verilmesi durumu anılan maddeden çıkarılmıştır. 

İSTİNAF KANUN YOLUNA İLİŞKİN BAZI UYGULAMA SORUNLARI ÇÖZÜME KAVUŞTURULMAYA, UYGULAMADA YAŞANAN KİMİ TEREDDÜTLER GİDERİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR.

Teklifle, istinafın kapsamı genişletilmiş ve yüzüne karşı aleyhinde ihtiyatî tedbir kararı verilen tarafa da bu karara karşı doğrudan istinaf kanun yoluna başvurma olanağı tanınmıştır. Yine Teklifle, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 258. maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılarak, kendisi dinlenerek aleyhine ihtiyatî haciz kararı verilen tarafın istinaf kanun yoluna başvurabileceği düzenlenmiştir[1].

Yine yapılan bir düzenlemeyle, bölge adliye mahkemesinin, “delillerin hiçbirinin toplanmamış veya gösterilen delillerin hiç değerlendirilmemiş” olması durumunda değil, “uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” durumunda, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve duruşma yapmadan dosyanın ilgili mercie gönderilmesine kesin olarak karar vereceği düzenlenmiştir. Ayrıca, HMK’nun işbu düzenlemenin yer aldığı 353. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararların temyiz edilemeyeceği de Kanun’un 362. maddesine eklenen yeni bir bent ile açıkça vurgulanmıştır.

Bunların yanı sıra, Teklif’te öngörülen bir düzenlemeyle, bölge adliye mahkemelerinin, yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra, duruşma yapmadan yeniden esas hakkında karar verebilecekleri gibi, başvurunun esastan reddine de karar verebilecekleri de kabul edilmiştir. Ayrıca, bölge adliye mahkemesinin incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar vermesinden sonra, HMK’nun istinaf kanun yolunda ön incelemede verilebilecek kararları düzenleyen 352. maddesinde veya bölge adliye mahkemesinin duruşma yapılmadan verebileceği kararları düzenleyen 353. maddesinde öngörülen hallerden birinin mevcudiyeti anlaşılırsa ne şekilde karar verileceği hususu da açıklığa kavuşturulmuştur. Bu çerçevede, bölge adliye mahkemesi, incelemenin duruşmalı olarak yapılmasına karar verilmesinden sonra istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dahil gerekli her türlü kararı verebilecektir.

Teklif, HMK’nun duruşmaya gelinmemesi ve giderlerin ödenmemesine ilişkin 358. maddesinde de değişiklik öngörmüştür. Öncelikle, istinaf yoluna başvuran tarafa, tahkikat için bölge adliye mahkemesince belirlenen gideri, iki haftadan az olmamak üzere verilecek kesin süre içinde avans olarak yatırması gerektiğinin ihtar edileceği kabul edilmiştir. Ayrıca, düzenlemeyle, istinaf kanun yoluna başvuran tarafın, belirlenen gideri avans olarak yatırması durumunda, duruşmaya gelmese dahi bölge adliye mahkemesinin tahkikatı tamamlayarak sonuca göre karar vereceği hüküm altına alınmıştır. 

Son olarak, bölge adliye mahkemesinin başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebileceği de bu Teklif’te yer alan yeni düzenlemelerden biridir. Böylece istinaf sebepleriyle sınırlı inceleme yapan bölge adliye mahkemesinin bu tür kararların gerekçesinde istinaf sebeplerini karşılaması ve bu kapsamda bir gerekçe yazması yeterli olacaktır. Bunun yanı sıra, uygulamada oluşan tereddütlerin giderilmesi amacına yönelik olarak, temyizi kabil olmayan kararların ilk derece mahkemesi tarafından; temyizi kabil olan kararların ise bölge adliye mahkemesi tarafından kendiliğinden tebliğ edileceği hususu da açıkça hüküm altına alınmıştır.

İHTİYATÎ TEDBİRLE İLGİLİ DÜZENLEMELERDE, YİNE UYGULAMADA YAŞANAN SORUNLARI GİDERMEYE YÖNELİK ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR. 

Teklif’te ihtiyatî tedbir ile ilgili düzenlemelerdeki ilk yenilik, bir uyuşmazlıkta yabancı bir devlet mahkemesinin veya yabancı bir hakem ya da hakem kurulunun görevli ve yetkili olması halinde ihtiyatî tedbirin nereden talep edileceği hususuna ilişkindir. Bu tür bir durumda, ihtiyatî tedbirin, bu talebe konu hak veya şeyin bulunduğu yer Türk mahkemelerinden talep edilebileceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye paralel olarak, Teklif’te ihtiyatî tedbiri tamamlayan işlemleri düzenleyen 397. maddeye yeni bir fıkra öngörülmüştür. Buna göre, ihtiyatî tedbir kararı, yetkili yabancı devlet mahkemesi, hakem veya hakem kurulu nezdinde dava açılmasından önce verilmişse, tedbir talep eden bu kararın uygulanmasını talep ettiği tarihten itibaren bir ay içinde esas hakkındaki davasını yetkili yabancı devlet mahkemesi, hakem veya hakem kurulu nezdinde açmak veya dava açtığına ilişkin evrakı, kararı uygulayan memura ibrazla dosyaya koydurtmak ve karşılığında bir belge almak zorundadır. Aksi takdirde tedbir kendiliğinden kalkar. Ancak bu iki düzenleme de, Teklif’in Genel Kurul Görüşmeleri sırasında kabul edilen önergelerle Teklif metninden çıkarılmıştır.

Teklifle yapılan bir başka değişiklikle, ihtiyatî tedbir talebinin reddine ilişkin kararın da gerekçeli olacağı hükme bağlanmış ve yüze karşı aleyhine ihtiyatî tedbir kararı verilen tarafa da, bu karara karşı kanun yoluna başvuru imkânı tanınmıştır. Öte yandan, ihtiyatî tedbir kararına karşı itirazı düzenleyen maddeye de yeni bir düzenleme eklenerek, esas hakkında dava açıldıktan sonra itirazlar hakkında bu davaya bakan mahkemece karar verileceği açıkça belirtilmiştir.

Yine öngörülen bir düzenlemeyle, ihtiyatî tedbir kararlarının uygulanmasını talep etme süresinin, kararın tedbir isteyen tarafa tefhim veya tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı hüküm altına alınmıştır. Bu yolla, ihtiyatî tedbir kurumundan beklenen faydanın daha etkin bir şekilde sağlanması ve hak kayıplarının önlenmesi amaçlanmaktadır.

İhtiyatî tedbirlere ilişkin olarak gerçekleştirilen son değişiklik ise, Anayasa Mahkemesinin 11.07.2018 tarihli ve 1/83 sayılı iptal kararının bir sonucudur. İhtiyatî tedbire muhalefetin cezasına ilişkin bulunan bu yeni düzenlemeyle, ihtiyatî tedbire muhalefet teşkil eden eylemlere ilişkin yargılama usulü, şikâyet olunanın hakları, yargılama sonucunda verilecek karar türleri, karara karşı itiraz süresi ve merci, kararın kesinleşmesi durumunda infazı yerine getirecek makam ve cezanın düşeceği hallere ilişkin usul ve esaslar ilgili maddede (m. 44) ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

DELİL TESPİTİ İŞLEMİYLE İLGİLİ OLARAK TARAFLARIN BİLGİ SAHİBİ OLMASINI SAĞLAYACAK BİR DÜZENLEME ÖNGÖRÜLMÜŞTÜR. 

Teklif’te öngörülen bir düzenlemeyle, delil tespitinin yapılmasından sonra tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneğinin mahkemece karşı tarafa kendiliğinden tebliğ olunacağı hükme bağlanmıştır. 

TAHKİM KURUMU BÜNYESİNDE YAPILAN TAHKİM YARGILAMALARINDA, HAKEM KARARI TAHKİM KURULUNCA TARAFLARA BİLDİRİLİR. 

Bir tahkim kurumu bünyesinde yapılan tahkim yargılamalarında hakem tarafından verilen kararın, hakem veya hakem kurulu başkanına ilave olarak ilgili tahkim kurumu tarafından da taraflara bildirilmesine olanak tanınmıştır. 

HAKEM KARARININ DÜZELTİLMESİ, YORUMLANMASI VEYA TAMAMLANMASI HALLERİNDE EK HAKEM ÜCRETİ ÖDENECEĞİ KARARLAŞTIRILABİLİR. 

Kural olarak, hakem kararının düzeltilmesi, yorumlanması veya tamamlanması hallerinde ek hakem ücreti ödenmeyecektir. Bununla birlikte, yapılan değişiklikle, bu kuralın aksinin taraflarca kararlaştırılabilmesine imkân tanınmıştır.

*Bu Çalışma, söz konusu Teklif ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yapılan değişikliklerin Referandom platformu kullanıcılarının fikrine sunulması amacıyla gerçekleştirilmiş olup, öngörülen değişiklikler ve yeni düzenlemeler, en kısa biçimde özetlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı çerçevesinde, ilgili değişiklik ve düzenlemelere ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

*Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Medenî Usul ve İcra İflâs Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (ehanagasi@law.ankara.edu.tr). 

[1] Teklif’in Genel Kurul görüşmeleri sırasında kabul edilen bir önergeyle, kira ilişkisinden doğan diğer davalardan üç aylık kira tutarı temyiz sınırının üzerinde olanların da temyize tâbi olacağına ilişkin bir düzenleme eklenmiştir.